Gazeteciyim ama insanım ben de.
Şimdiye kadar işimi taraftarlığımla karıştırmadım. Ama insan olarak Beşiktaşlı bir Gürel Yurttaş’ım.
Üstelik… 15 sene şampiyonluk görmeyen Beşiktaşlılar kuşağındanım.
Çocukluğumuz diğer takımların şampiyonluk kutlamalarını görmekle geçti. Ama içimizdeki sevgi küçülmedi; tam tersine daha da büyüdü, yüceldi.
İlk kutlamalarına katıldığım Beşiktaş şampiyonluğunun yılı 1981’di.
Tribünlerden sonra Beşiktaş Kulübü’nün kapısından girdiğimde 20’li yaşlarda genç bir gazeteciydim. Ya da adayıyımdım diyeyim. Bolca yaşadığımız şerefli ikincilik yılları yani.
Herkes gibi ben de kızıyordum bu şerefli ikinciliklere…
Ağızlarında iki karış uzunluğunda puro ile gezen havalı diğer kulüp yöneticileri “şampiyonluk” için her yolu deniyorlardı da… Beşiktaş neden göz göre göre yiyordu Denizlisporlu Erol’un golünü ve kaybediyordu şampiyonluğu!
Ne kadar basitti oysa o golü yememek; öyle geliyordu o yıllarda pek çok Beşiktaşlı gibi bana da…
Bir değil, iki değil!
Şimdi Galatasaray’ın efsanesi olan Jupp Derwall’in yuhalandığı, kovulmak üzereyken Beşiktaş’tan çalınan şampiyonlukla kaldığını, o şampiyonluğun aslında onun değil de kapı arkalarından dolap çevirenlerin şampiyonluğu olduğunu bilmeyen yoktu o yıllarda.
Final haftalarında iş averaja giderken bir Galatasaray Ankaragücü maçında (8-0) atılan golleri dün gibi hatırlıyorum mesela.
Beşiktaş’ın rakiplerine dağıtılan paraları, arabaları…
Sadece şu kadarını açıklayalım; bir gün Süleyman Seba’nın odasında otururken bir çanta geldi; sanıyorum içinde para vardı. Beşiktaşlı bir grup işadamı toplamıştı aralarında; şampiyonluk için kritik haftalara girilmişti ya… Kendilerince çorbada tuzları olacaktı; bu paralar teşvik olarak başka kulüplere yollanacaktı.
Süleyman abi bir çantaya baktı, bir de getirene…
Ben çok kızacak sandım; kızmadı. Aksine gülümsedi ve dedi ki;
“Yahu iyi ki düşünmüşler bizi… Tesisler yapılıyor, oraya lazımdı. Alın çantayı, verin makbuzu, koyun parayı da kasaya…”
Şaşırmıştım!
“Neden acaba böyle yaptı, şampiyonluk da kaçtı” diye kendi kendime sorup cevap aramıştım.
Aradan ne kadar zaman geçti; bilemiyorum. Bir gün kendisine bu olayı anımsattım; “Hatırlamıyorum, bizde böyle bir şey olmaz” dedi. Zaten olmadığını, paranın tesisler için harcandığını vurguladım. O yine ısrar etti; “Bizde böyle yolları düşünüp de para toplayan ve o uğurda kullanılmasını isteyen Beşiktaşlı da olmaz, olamaz” deyince susup, kaldım.
Bir başka günkü buluşmamızda; sanıyorum röportaj yapıyordum. Şu soruyu sordum:
“Abi; diğer kulüpler zaman zaman başka yollara başvuruyorlar da, Beşiktaş neden yapmıyor?”
Hiç unutmam!
Bıyıklarının titrediğini hatırlarım.
“Sanmam başka kulüplerin yaptığını” dedi; yaptıklarını bile bile; “Bunu onların şanlı tarihlerine yakıştıramam!”
Devam etti:
“Bizim bir takımımız var, futbolcularımız var. Üzerlerinde kutsal formamız var. Onlara diyeceğiz ki; siz bu işi beceremiyorsunuz, bak biz şey yapıp şey oluyoruz! Onlara ayıp değil mi? Emeklerine yazık değil mi?”
Kulübün duvarlarındaki fotoğrafları gösterdi sonra; “Bak” dedi; “Kimler geldi bu kulüpten, kimler geçti! Biz öyle yaparsak sporun, futbolun ne esprisi kalır! Tarihte yerlerini almış büyüklerimize saygısızlık olmaz mı? Beşiktaş’a, Beşiktaşlı’ya yakışır mı? Eyyy oğlum eyy! Bir gün ölüp gideceğiz hepimiz, sonra ne diyeceğiz Beşiktaşlı büyüklerimize orada!”
Zaten sonra da şu lafı etmişti herkesin dilinde olan:
“Beşiktaşlılık bileğinin gücüyle çıkıp, kazanmaktır. Sahada olduğu gibi saha dışında da efendi davranmaktır. Beşiktaş şampiyon olsun, maç kazansın, kupa alsın diye tutulmaz. Beşiktaşlılık bir değerler manzumesidir. Dürüstlüktür. Ahlaklı olmaktır. Yaşantınla herkese örnek olmaktır.”
Yaşım ilerledikçe Süleyman abinin söylediklerinin değerini daha da iyi anladım.
Ne şanslıydım ki ben; bunu kendi ağzından dinleme şansını yakaladım.
Şimdikilere de, yani artık o mübarek adamı dinleme şansı olmayanlara da aktarayım istedim.
Yaşım 60’ı buldu.
Geçen günlerde Ahmet Çakar’ın bir itirafını izledim. Hakem olduğu maçta Beşiktaş’ın elinden şampiyonluğu Galatasaray maçında verdiği penaltıyla nasıl aldığını anlattı; elindeki bardağa yere fırlatarak. Pişman olmuş!
Ne fayda?
Fenerbahçe Başkanı Ali Koç dünkü basın toplantısında o maçı ve Çakar’ın itirafını anlatıp dedi ya; “O günkü teknik direktörün kariyeriyle de oynanmadı mı bu şekilde” diye. Hatırlatayım. Rasim Kara’ydı hoca. Galatasaray’ın başında da Fatih Terim vardı. Şampiyon bitirseydi Rasim hoca nerelerde olacaktı kim bilir? Fatih Terim sonra nerelere geldi bu yanlış kararla, düşünün bir.
Yani demem o ki;
Ali Koç çok şeyler anlattı geçmiş yıllardan. Ama bir düzeltme yapayım:
“Beşiktaş’ın çalınan şampiyonluğunu bir değildir. Türkiye’de en çok şampiyonluğu çalınan kulüptür Beşiktaş.”
Eğer çalınmasaydı, futbol dürüst olarak oynansaydı, adaletli yönetimler olsaydı bugün formalarda amblemlerin üzerindeki yıldız sayıları 3 büyük kulüpte farklı olurdu; eminim bundan.
Ama ben yine de Beşiktaş’ın o yollara sapmaması taraftarıyım.
Kazanırsa bundan sonra da şampiyonlukları geçmişteki gibi kanırta kanırta sahada oynaya oynaya kazansın.
Bırakın Beşiktaş elensin; seneye eler! Bırakın şampiyonluk gitsin; seneye gelir. Bırakın bağırsın, çağırsın onlar; su yolunu mutlaka bulur!
Ama o kutsal “BEŞİKTAŞLILIK RUHU” bir giderse…
Nasıl hesap veririz Şeref beye, Baba Hakkı’ya Süleyman abiye!
Beşiktaşlılık böyle bir şey işte…
Ne demişti Süleyman abi:
“Şerefli ikincilikler Şaibeli birinciliklerden iyidir.”
Bu şeref de Beşiktaş’a yeter işte.
Related Stories
14 Ekim 2024